Bir Öteki
- Başak Aksoy
- 14 Eki 2024
- 2 dakikada okunur
Hayatımızın büyük bir bölümünü bize benzeyen eşlerimizi aramakla harcarız. Bir fikrimiz vardır bizim gibi düşünen yahut bizi destekleyen bir ötekini mesela, bir ders alırız bizimle bu yükü paylaşacak bir sıra arkadaşını ararız ya da duygusal olarak kalbimizi eksik hisseder bizimle benzer yerlerden yara almış veya bizi anlamak için çabasızca var olan bir ötekini ararız, yani eşimizi. Roller ve durumlar ya da o durumların getirdiği olasılıklar değişse de çabamız ve isteğimiz hep aynıdır. Ruhumuzu ya da amaçlarımızı bizimle paylaşacak, el ele sımsıkı tutuşabileceğimiz bir ötekini aramak. Bu çaba bizi birçok yola sürükler, bazen olmadığımız gibi biri olarak davranırken buluruz kendimizi, bazense olmaz böyle dediğimiz durumlarda istenmeden var oluruz. Gönül, bir başka gönlü kendine yarenlik etmek için ararken dalıp gider bambaşka yollara. Bambaşka zamanlarda bambaşka sınırlarla çizili alanlarda uğraşır yalnızlığıyla. Bazen saptığı yolların kapılarında şevkle karşılanır fakat içeride yalnız bırakılır, bazen sığamayacağı kapılardan zorla girer ve daha da yalnızlaşır. Her yorgunluğunda oturur kaldırımın bir köşesine çaresizce. Yeter artık pes ediyorum dediği noktada kaldırır kendini. Dikenli yollara girmekten, zaman zaman ittirilip zaman zaman pamuklara sarılmakta yara bere içindedir her yeri, tanınmaz haldedir. Çöküşün getirdiği dışarıdan anlaşılan kısmi fiziki bu durumda yabancılaşmıştır çevresinden. Çevresinin görmediği benliğinden, en acısı da budur işte. Artık aynada gördüğü çehre, adım attığı bacakları ait değildir tanışıklığındaki benliğine. Kaybetmiştir tanıdığı tüm sıfatlarını, elindeki mumun son gücü ise derin aldığı bir nefesle yitip gitmiştir. Kişi artık olduğu yerde sağlam değildir, titriyordur bacakları. Tutkuyla bağlı olduğu, aşık olduğu durumların içine materyalist bir fikir, bir inanış yahut bir istek karıştığında söner içindeki tüm alevi. Klişe bir pencereden bakıldığında ise başka bir deyişle kaçar büyüsü. Çünkü aşk, hiçbir mantığa oturmayan, nasıl ve ne zaman alevlendiği anlaşılamayan, yukarı çıktıkça en dibine düştüğünüz, en dibine düştükçe daha da derini olduğunu gördüğünüz bir sonsuzluk havuzudur. En güzel manzaraları görmesine rağmen kişi onun içindeyken ayrılmak istemez oradan. En değerli görünen, ilgi çekici gibi gözüken paketi parlak kaplı içi boş hazineler ilgi çekici gelmez, kişi terk etmez, edemez çukurunu. Etmedikçe kapılır girdabın en dibi sandığı dibinin dibine. Kendimi kaybettim artık dediği anda başlamıştır yıkımı. Kendini unutan kişi bu yıkımın getirdiği farkındalıkla yeniden görmüştür kendini. Zihin arka planında kötü olarak adlandırılan bu kaybediş aslında kendi içerisinde uzun zamandır görmediği bir ışığı doğurmuştur. İçindeki anlam arayışıdır bu. İnsan bu anlam arayışına eriştiğinde ilk iş olarak geçmişine döner yüzünü, eğer doğru bakmasını bilirse yaptığı her şeyin bir anlamı olduğunu burada onunla el ele tutuştuğunu iliklerine kadar hissedebilir. Geçmişte takılı kaldığı anlar, insanlar, durumlar ve olaylara hayıflanmaz, kırık parçaları ya geride bırakır ya da onları yeni bir forma dönüştürmek üzere ceplerinde taşır.
Yaşamdaki tüm anlardaki kimliklerimi sıyırıp atmak istiyorum üzerimden ve bırakmak istiyorum paltomu portmantoya. Yeni kıyafetler giymek istiyorum üstüme uymayan bedenlerde ve hiç tercih etmediğim zannedilen renklerde.
Comentários