Ceplerimde Anılar
- Başak Aksoy
- 18 Haz
- 4 dakikada okunur

Her insan, her bir an, her bir mekan ve yaşayış bir katman daha ekliyor sanki bize, eklediği kadar da kendimize ulaşmamıza yol açan katmanları ortadan kaldırıyor. Bu bana söyle düşündürtüyor: Sanki her yaşadığım zor ya da kolay an, her bir kırılma noktasında daha çok kendime, özüme içimdeki kendime yaklaşıyorum. Belki hayata hala iyimser bir yerden bakabilmemin sebebi bu bilmiyorum. Bu düşünce içime yayıldığında yaşamak için zor günlerde bile kalkmak için içimde büyük bir istek oluşuyor. Yaşamımda bu düşünceyi bana sadece varoluşları ve kendileri olma halleriyle hissettiren anlar, anılar, mekanlar ve insanların peşinden koşma tutkusuyla uyanıyorum her bir günüme. Çabasızca karşılama ve karşılanma haline.
Eski apartmanların her önünden geçtiğimde içeride beni bekleyen bir kişi olmadığını bilsem bile sanki kendiliğinden benzer bir hisle karşılanıyor hissediyorum. Sanki apartman girişindeki bir malzemenin eskiden gelen çocukluğumuzdan biriktirdiğimiz görsel belleklerimizden aşina olduğumuz kullanımı, apartman isminin yazı fontu, geniş, kendine has bir giriş alanı, belki ufak bir karşılama tezgahı ya da onun yerine konumlandırılan ufak bir bitkinin bizi selamlaması buna sebep oluyordur bilmiyorum, bu aslında pek ilgilenmediğim fiziki yönü..
Eğer fiziki yönünü bir kenara bırakıp bir karşılama özelliğiyle bakacak olursak bu yönüyle aslında mekanların kişiler üzerinden oluşturduğu hisler ekseninde şekillenen bir karşılama anı beni yine kendine çekiyor. Hep düşünüyorum, daha önce hiç o mekanı yaşamadan, deneyimlemeden ya da dinlemeden böyle şeyleri hissettirebilmek mekanlar üzerinden bir dönemde bilinçli ya da bilinçsiz başarılabiliyorken neden vazgeçtik bundan? Neden çabasızlığa, hislerin yerini amaca yönelişindeki donukluğa bırakarak kapı girişlerindeki şifrelere, dar girişlere, daire kapısını açtığında gelen kişinin gülümsemesiyle yaşanılan o ilk karşılaşma anındaki sıcaklığı kameralar arkasında yaşar ve hızlıca güzelliğinden mahrum kalarak halledip geçer olduk?
Neden tüm bu yalınlık olarak pazarlanan yalnızlığın içine maruz bıraktık kendimizi? Oysa gelenin zili çaldığı anda heyecan ve mutlulukla içimizin dolup taştığı, kapıda sevdiklerimizi heyecan ve neşeyle karşıladığımız, ellerindeki poşetleri, sırtlarındaki montu alıp ayaklarına verdiğimiz terlikler, evden çıkarken camdan uğurladığımız, eve gelirken sokak başından dönüşünü merakla beklediğimiz günler çok geride değildi, neden onları alelacele vakumlayıp görmeyeceğimiz yerlerde saklar olduk?
Yakın bir geçmişte bende tüm bu kısıtlanmışlıklar içerisinde çabasızca kolaylıkla sadece varoluşlarıyla sıyrılan iyi hislere sebep olan apartmanları çekmek ve aynı zamanda da karşılarına geçip eskiz yapma gibi bir hayalim vardı. Bir süre devam edip çizmek için kendimi zorlasam da asla gözümün içimde hissettiğim hislerin yakınından bile geçememiştim. Aslında galiba güzelliği de buradaydı bilmiyorum. Bu yönüyle gerçekliğin herkesçe farklılık olarak yorumlandığı ve içselleştirildiği göz önüne alındığında bunu tek ve basit bir tanıma indirgemeye çalışmak oldukça yersiz bir istek değil midir? Herkes hayatın bambaşka yönlerini etken olan kendi ve edilgen olan çevresel faktörler için değişken hislerle ele alıyorken sürekli ve devamlı bir şekilde ortak bir his, çaba ve anlayışta aynı istikrarla hayat boyu şuan kendimizi çemberinde konumlandırdığımız alana dahil ve ait olmayı beklemek oldukça yersiz ve gerçeklikten uzak bir isteğe dönüşmüyor mu aslında?
Gözün gördüğünü kameranın, ruhun ve kalbin hissettiğini çizimlerin ya da kelimelerin bir noktaya kadar ve oldukça bireysel bir yöntemle aktarabilmesi ne müthiş.. Bazı şeylerin bir noktadan sonraki güzellikleri sadece o ana ve bize, paylaştıklarımıza kalıyor aslında. Hatta paylaşılan şeylerin ortaklığı bile yan yana aynı durumun içerisinde kalan iki kişi için bambaşka şeyleri ifade edebiliyor. Sayısız kombinasyonun varlığı..bu eşsiz kılıyor belki de yolculuğumuzu herbirimizin. Bazen hayatın böyle noktalarda kendini en iyi ifade ettiğini düşündüğün biçimde bile seni kısır bırakıyor olma hissini seviyorum. Aynı bazı anların, anıların, insanların düşündürttükleri gibi apartmanların da düşündürttüklerini üzerimde bıraktığı etkiyi herhangi bir iletişim türüyle zihnimdeki gibi tam anlamıyla ifade edemiyorum, bazı zamanlarda kendimi bu yersiz çabanın içinde, kendimi zorlarken bulduğumda tabureyi sokağın akışına doğru yönlendirip oturmadığımı görüyorum. Bulunduğum bazı mekanların içinde bambaşka zaman dilimlerinde, bambaşka kişilerle hayatımın bambaşka dönemlerinde var olurken sadece hissetmeyi, akışın beni yönlendirmesi hissini seviyorum.
İşte Beyoğlu da bana her gittiğimde hayatımın tüm zamanlarını önüme seriyor, onlarla beni sarıp sarmalıyor.. Çocukluğumda ailemle birlikte hep oturduğumuz pizzacı, ilkokul yıllarında annemin büyük bir hevesle götürdüğü tiyatrolar, hayatımda gittiğim ilk sergiler, sinemalar, müzeler.. Lise yıllarımın geçtiği sokaklar, yaşanılanlar, ağlanılan merdivenler, kahkahaların yankılandığı sokaklar.. üniversite yıllarında dostlarımın gülümsemesine tesadüfi rastlayışlarım, binaların ve sokakların arasında kendi kendimi bıraktığım, kendimle geçirdiğim vakitler.. Üniversite sonrası çalıştığım ofisler, o ofislerde yaşadığım korkular mutluluklar heyecanlar, yemeklerine bayıldığım yerler, tekrar tekrar gitmekten sıkılmadığım mekanlar, benzer suretleri farklı sokaklarda tekrar tekrar görüşlerim…
Benim hayat yolculuğuma eşlik eden tüm bu mekanlara yeni bir tanışıklığı götürdüğümde aslında birçok yönümle konuşmadan kendimi anlatışlarım. Sanki yaşadığım tüm anılar, hissettiklerim, hissettirdiklerim, tattıklarım gittiğim tüm yerlerin, biriktirdiğim tüm anıların önünden geçerken tek tek beni durdurup sarılıyorlar ama öylesine değil..sıkı sıkı ve ben bu anıların üzerine sanki her gelişimde bir katman daha koyuyor, belleğime yerleştiriyorum tüm bu anı mekanlarını..
Bunu bugün yürüdüğüm basit bir yürüyüş rotasında gösteren hayatın zamanlamayı hep benim için kurduğuna, bana bir şeyler öğretmeye, ben yolumda gittiğim, kendime daha çok yaklaştığım her noktada benim için en iyi zamanlamayı kurgulayacağına içten içe inanıyorum. Her şey güzel olmayacak, aynı kötü olmayacağı gibi.. ama bana özel biricik ve benim için en iyi versiyonuyla olacak, biliyorum
"Dil, bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek şey olacak. Hiçbir ağırlığın, hiçbir gerçekliğin kalmadığı bu yerde. Karanlığın gerçekliğe benzer tek yanı, konuşulabilmesi olacak. İki kişi arasında. İki duvar arasında."


Yorumlar